NEDEN AHŞAP YAPI?

Tüm çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımı; ahşap mimarinin en güzel örneklerini çevremde görerek, ağacın ve yaşanmışlığın kokusunu duyarak, tüm sıradışı mimari detayları zihnime nakşederek geçirdim. Bu bir şanstı bana göre ve benim konut mimarisine bakışımı önemli ölçüde etkiledi. Öğrencilik yıllarında Sedad Hakkı Eldem hocamla yaptığımız çalışmalar da bana çok yeni ufuklar açtı o dönem.

Ahşap yapı ve ahşap konut mimarisine derinlemesine ilgi duydum her zaman. İronik olan ise bu konuya duyduğum ilginin bazı ödev projelerime de yansıması nedeniyle bir hocamın kırsal kökenli olup olmadığı sorgulamasıydı. Sanki sadece kırsal kökenli insanlar ahşap yapıya ilgi duyarmış gibi bir önyargısı vardı. Ne saçma…

 

Yıllar içinde bu konuya ilgimi hiç yitirmedim. Olgunluk safhasına gelinceye kadar çok sayıda restorasyon çalışmasını projelendirdim ve uyguladım. Her şeyden önce anladım ki hiç de dışarıdan göründüğü gibi değildi geleneksel ahşap mimari ve sadece mimar gözüyle bakmam da yeterli değildi. İlk defa o zaman mimarlık eğitimi sırasında aldığımız yoğun mühendislik bilgilerinin bana müthiş yarar sağlayacağının farkına vardım. Çünkü yapıyı mimari anlamda yeniden ortaya koyabilmek için strüktürel açıdan da yeniden tasarlamak gerekiyordu.

Öncelikle geleneksel taşıyıcı sistemi ele aldım. Çok hassas bir konuydu bu çünkü taşıyıcı sistem yapının mimari üslubunu da doğrudan etkilemekteydi. İtüden rahmetli tevfik seno arda hocamın da desteğiyle mimari üslup özelliklerini bozmadan nasıl yeniden geliştireceğime kafa yormaya başladım. Prefabrikasyona da uygun şekilde yeniden planladığım taşıyıcı sistem özellik olarak inşaatın çok hızlı yapımını sağlıyor ama estetik bütünlüğe en küçük bir olumsuz yansıması olmuyordu. Ayrıca atölyede üretilen panolar adeta kusursuz oluyordu.

Mesleki kariyerim boyunca belki de en keyifli çalışmalarım bir müşterimin deyimiyle taılor made bir mimar olarak ortaya koyduğum eserler sanıyorum.

Yıllar boyu geleneksel mimarimizin en önemli ürünü ahşap yapılarımızı nasıl bugüne uyarlarım diye düşündüm. Sanıldığı kadar basit bir çalışma değildi bu.  Öğrencilik yıllarımdan itibaren hemen hemen tüm ülkeyi gezdim ve yüzlerce yapıyı inceledim.

Neden yapmışlardı? Nasıl yapmışlardı? Nasıl yaşamışlardı? Kim ne derse desin bu evler ve bu mimari üslup bize aitti ve bizim mirasımızdı ister türk ustalar yapmış olsun ister ermeni ya da rum ustalar,  zaten hepsi bizim halkımız değil mi? Yüzlerce yıl bir arada yaşamışız birbirimizden etkilenmemek mümkün mü? Çok dolaştım, çok insanla konuştum bazı yörelerde çok yaşlı ustalara rastladım onları konuşturdum. Sonunda yöresel olarak farklılıklar olmasına rağmen özünde beş ya da altı farklı cephe tasarımı olduğuna kanaat getirdim.

Yaptığım evlerde bazen yörenin doğal dokusuna, bazen de iç sesime kulak vererek bu son derece özgün cephe motiflerini olabilidiğince çevresiyle uyumlu bir şekilde tasarımlarıma kattım.  Bugüne kadar bir çok ahşap ev yaptım. Hala da yapıyorum. Yaptığım evlerin hepsi o kişi için ya da o aile için yapılmış biri diğerine asla benzemeyen birbirini tekrar etmeyen tasarımlar oldu. Ancak dikkatli bir göz tarafından incelendiğinde aslında hepsinin aynı elden çıktığını anlamak mümkün.

İtiraf etmeliyim ki tüm evlerimde ruhumdan bir parça bir yerlerde gizlenmiştir.

Ayrıca usta ressamların eserlerini taklit ederek kendini geliştiren bir ressam gibi konuya bakarak yıllar içinde kendimi geliştirdim ve özgün üslubumu oluşturdum.

Çalışmalarımı ortaya koyarken; gereksiz ve görgüsüz aktraksiyonlardan kaçınarak, osmanlı- selçuklu özentisi betonarme binalara giydirilmiş fasadlar mantığıyla iş yapmaktan uzak durarak, modern ve yaşanabilir bir anadolu ev tarzını oluşturmaya gayret ettim.

Bu konuda yaptığım ve yaşadığım her şey gerçekten çok keyifli benim için. Fakat bir türlü çözemediğim ve sanırım kimsenin de kolay kolay çözemeyeceği bir konu var. İşçilik kalitesi. Bu konu üzerine çok kafa yordum. Ama nafile. Dünyanın en mükemmel tasarımcılarını çıkarabilecek bir zekaya sahibiz eminim buna ama iş tasarlananı yapmaya gelince nasıl ve kime yaptıracağım konusu her zaman yüreğimi sıktı. Çünkü karşıma ya çok biliyor gibi görünen ama hiçbir şey bilmeyen ustalar ya da hakikaten hiçbir şey bilmeyen ustalar çıktı. Onlarcasını eğittim. Marangozsa kitaplar, çizimler verdim ellerine, boyacıları, tesisatçıları kurslara yolladım. Bu kadar uğraşıya karşın uygulamalarım sırasında çok ama çok sıkıntı yaşadım.

Bir de bizim milletin değişik bir bakış açısı var. Belinde keseri, elinde testereyi bir de kulağının arkasında kalemi gördüğü her adamı profesyonel inşaatçı, süper uygulamacı sanıyor. Ustam sen bilirsin diye bir de akıl danıştı mı tamam. Yıllarca dirsek çürütmüş, tasarıma kafayı yormuş bilumum uygulama detaylarını çözmüş meslek adamı sıfatınıza rağmen yine de kendiniz bir tuhaf hissediyorsunuz. Çok gençken mesleğin başındayken çok içerlerdim buna ama zaman geçtikçe umursamaz oldum. Aslını sorarsanız bu konu belki ayrı bir platformda çok da hararetli şekilde tartışılması gereken bir konu.  Pek çok meslektaşımın da bu konuda çok sıkıntılı olduğuna inanıyorum. İlerleyen zamanlarda blogumda bu konuyu tartışmaya açacağım. Fakat tüm bu sıkıntılara rağmen her seferinde tamamladığım her işin ardından büyük bir şevk ve heyecan ile bir diğerine başladım.

İşte tüm bu ruh ve düşünce dalgalanmaları içinde tasarımı ve yapımının bende iz bıraktığı ahşap evlerimden bazılarının hikayesini size bizzat anlatmak istedim.

 

No comments