Beykoz Konaklarının inşaatı devam ederken zorlu bir uğraşla gerçekleştirdiğim bu tarihi eserin restorasyon çalışması ben de önemli izler bırakmıştır.

Beykoz Konaklarının inşaatının en yoğun dönemiydi. Bir yandan altyapı çalışmaları etrafta vızır vızır gezen iş makinaları, mikserler, sürekli bir toz duman hali… Ama her şeye rağmen tepe grubunun satış ofisi olarak kullanmayı planladığı köşk tüm bu keşmekeşin içinde tüm ihtişamıyla ayakta duruyordu.

Adımımı içeriye atmamla birden başka bir dünyanın içine daldım. Çok uzun yıllardır kimsenin yaşamadığı fazlasıyla belli olan köşk; tüm o toz toprak ve bakımsızlığa rağmen büyük ölçüde ayakta kalmayı başarmıştı.

1900’lerin başında Avusturyalı mimarlar tarafından Hidivin Av Köşkü olarak inşa edilmiş ve mimari açıdan yer yer barok etkisi altında olmakla beraber ağırlıklı art nouveau tarzı bir yapı vardı karşımda. Hemen her ayrıntısı incelikle düşünülmüş ve hayata geçirilmişti. Kimi noktalarda aşırı süslemeci bir hava varsa da yapının bütününde hepsi göze hoş görünen birer motife dönüşmüşlerdi. Sanıyorum üç gün aralıksız yapının her ayrıntısını inceledim. Zamanın etkisine yenik düşen çok kısım vardı. Bina içinde ve dışında zarar gören noktaları tespit ettim. Ardından kapsamlı bir röleve çalışmasına başladım. Belki de türünün tek örneği olan bu şaaşalı yapıyı aslını bozmadan en iyi şekilde restore etmek için kapsamlı bir çalışma gerekiyordu. Öncelikle binayı dış etkilerden korumak için çatıyı hızla yenilemeye başladım. Çünkü muhtelif yerlerden içeriye giren yağmur suları özellikle 1. Kat taşıyıcı sisteminde ciddi deformasyonlara sebep olmuştu.

Çatı örtüsü orijinal arduvazdı. Çatının elden geçmesi ve çürüyen kısımlarının değiştirilmesi sayesinde binayı yaklaşan kışa karşı koruma altına aldık. Bu arada hem içten hem dıştan yenileme ve takviye işlerimiz devam etmekteydi. 1. Kat taşıyıcı sistemde kullanılan azman ölçekli ahşap malzeme beni şaşkınlığa uğratmıştı. Bu kesitte malzemeyi bugün bile temin etmek oldukça güçken o günün koşullarında nasıl bulunup işlenip kullanıldığı gerçekten de takdire şayan bir durumdur.

 

 

 

Bir yandan da taşıyıcı sistemi onarmak için özel bir yöntemle binayı askıya almaya başladım. İncelemelerim sırasında gördüm ki yıllar içinde yapı en on beş yirmi kez boyanmış bu boyalar kalın ve kirli bir tabaka halinde binanın üzerinde duruyor. Bu kalın giysiyi yapıdan söküp atmak hiç de kolay olmayacaktı.

Dış cephedeki boyanın tümüyle temizlenmesi oldukça zahmetli bir iş olarak karşımıza çıktı. Solvent içerikli özel solüsyonlarla günlerce uğraşıldı ve yılların ağırlığı yapının üzerinden kaldırıldı. Klasik boya çözümleri yerine cumhuriyetin ilk boya müteahhidi olan büyük dayımdan bana kalan formüllerle ürettirdiğim özel titan dioksit boya ile yüzeyi macunsuz olarak boyattım. Sanıyorum hala aynı boya binanın üzerindedir. Aynı yöntemle ürettirdiğim gerçek aşı boyaları da farklı restorasyon çalışmalarımda kullanmıştım.

Bir yandan köşkün dışıyla uğraşırken diğer taraftan içerideki özgün dekoratif üslubu muhafaza etme gayesi içindeydim. Dış cephenin şaaşalı görüntüsüne nazaran iç mekanlar oldukça sade düzenlenmişti. Güncel kullanım amacını da göz önünde bulundurarak malzeme ve uygulama konusundaki kararlarımı verdim. Ne yazık ki iç mekanlarda da yıllarca üst üste boya uygulamaları yapılmıştı. Yine günler süren uğraşlarla tüm bu boyalar temizlendi.

Yapının bodrum katını ileriye dönük kullanım amacına uygun olarak mutfak, personel ve depo alanları ile servis hacimlerini içinde barındıracak şekilde yeniden tasarladım.

Giriş kat daha ziyade misafir ağırlama amaçlı olarak kullanılacağından geniş, rahat ve huzurlu bir alan olmalıydı. Ayrıca hali hazırdaki tüm mimari detayları da olabildiğince muhafaza ederek bu çalışmayı yapmak zorunluydu. Özellikle tavanlarda, bazı odaların iç duvarlarında, genel olarak tüm doğramalarda bugünkü koşullarda yeniden yapılması neredeyse imkansız güzellikte ve özellikte detaylar bulunmaktaydı. Tüm bu ayrıntıları oya işler gibi tek tek temizlettim. Kolayca farkedilmeyecek şekilde gerekli noktalarda tamiratlar yaptırttım. Bazı duvarlar aslında biz de çok fazla kullanılmayan şekilde çerçeveler yapılıp içleri kumaşla kaplanarak dekore edilmişti. Ama bunlar pek çok yerde çürümüş, yırtılmış ve özelliğini kaybetmişti. Kumaş seçimi ve uygulaması konusunda o dönem Vakko’dan destek aldım. Sonuç gerçekten muhteşem oldu. En son aşamada ise özel boya ve cilalarla sonlama işlemini gerçekleştirdim.

Üst katlar giriş kattaki ihtişamın tersine oldukça sade inşa edilmişti. Çatıdan su giren kısımlar dışında büyük bozulmalar olmamıştı. Bu nedenle yapının diğer kısımlarına göre üst katlar daha çabuk temizlendi tamiratları yapıldı, çürümüş olan doğramalar, döşeme kaplamaları ve kapılar yenilendi kısa zamanda kullanıma hazır hale getirildi. Bu alanlar ofis ve toplantı alanları olarak düzenlendi.

Tüm tesisatları yenilettim bu aşamada. Bina içine detaylı bir yangın tertibatı da kuruldu. Ve rekor sayılabilecek bir sürede sadece üç ay içinde böylesi özgün bir tarihi eser yapının restorasyonunu gerçekleştirdim. İşi bizzat planlayıp organize etmemin yanında işçisinden ustasına, marangozundan, tesisatçısına kadar yanımda çalışan ekibin benim enerjime ortak olup, heyecanla ve şevkle çalışmalarının da işin kısa sürede bitişine katkısı büyüktür. Gece gündüz, hafta sonu bayram demeden herkes koşturdu.

İşin özünde ahşap yapı restorasyonu çok meşakkatli bir iştir. Gerçekten uzmanlık gerektirir. İşin teorisini de bilmeniz yetmez. Anında çözüm üretecek uygulama bilgisine de sahip olmanız gerekir. Yoksa kağıt üstünde hele bugünkü çizim programlarının desteği ile akla hayale gelmeyecek şeyler üretmek mümkün ama uygulamayı bilmeyen için restorasyon çalışması doğru yapılmadığı takdirde işin sonunda büyük bir hayal kırıklığı demektir. Bugün çevremizde pek çok kötü makyajlı orijinaliyle ilgisi olmayan uydurma yapılar görüyoruz ya işte sebebi bu.

Av köşkü kısa süre içinde satış ofisi olarak faaliyete geçti. Bu arada yakın çevresindeki bir grup villa da dıştan bitirilmiş ve satışa geçilmişti. Bugün de bütün ihtişamıyla idari bina olarak kullanılmaya devam ediyor.