Bazı kaynaklarda Sait Abbas Paşa köşkü olarak da geçen Av köşkünü restore ettiğim dönemde fırsat buldukça gözlemleyip hemen her ayrıntısını zihnime kazıdığım bir diğer şaheser yapıdır at ahırları binası ya da bugün kullanıldığı adıyla Beykoz konakları sosyal tesis binası.

Gerçekten de atlar ve onların seyisleri, bakıcıları için av köşküyle eş zamanlı inşa edilmiş bir yapıdır. Her ne kadar av köşkündeki kadar ince süslemeler ve detaylarla donatılmamış olsa da taş ve ahşap malzemenin doğala yakın esasta bir arada kullanımı ancak bu kadar zarif sonuçlar doğurabilirdi. İtiraf etmem gerekirse bu binayı da bir an önce restore etmek için yanıp tutuşuyordum. Neyse ki çok fazla beklememe gerek kalmadan işe koyulduk. İşe yine detaylı bir röleve çıkararak başladım.

Zaten binanın içinde ve dışında o kadar çok zaman geçirmiştim ki röleve çalışmasını bir kaç gün içinde çabucak tamamladım.

Av köşkündekine benzer şekilde yıllar içinde yapı dış etkilerden ve bakımsızlıktan bir hayli yıpranmıştı. İşe yine çatıyı elden geçirerek başladık. Çatı örtüsü çok yıpranmış olmasına karşın bina içinde tümüyle görünür bırakılmış çatı taşıyıcı sistemi neredeyse tümüyle korunmuştu. Bunda kullanılan malzemenin niteliği muazzam rol oynamaktaydı. Daha önce de belirttiğim gibi bugün bile bu kalitede ahşap malzemeyi bulmak, hazırlamak ve kullanmak gerçekten olağanüstü zor iken o günün koşullarında nasıl olup da tüm bunların yapılabildiği önünde şapka çıkarılması gereken bir durum bana göre.

 

Çatıyı hızla toparladık. Bina tuğla hatıllı yığma taş olarak inşa edilmişti. Dış cephe yıllar içinde muazzam bir kir tabakasıyla kaplanmıştı. Tüm dış cepheyi temizledik. Saçakların ve çatı taşıyıcı sistemin bina dışında kalan kısımlarını özel solüsyonlarla temizledik. Tüm taş yüzeyi şeffaf koruyucu solüsyon ile kapladık. Fakat esas büyük operasyonu iç mekanlarda gerçekleştirdik. Giriş katta hayvan yemliği ve ahır olarak kullanılan mekanda ileride yoğun kullanım olacağını düşünerek masif kestane malzeme kullanmaya karar verdim. 5cm kalınlığında özel olarak fırınlanmış malzemeyi döşemede kullandık. Etkisi olağanüstü oldu. Her biri tuğladan yapılıp üzeri sıvanmış yalaklar da üzerine kaplama yapılarak oturma üniteleri haline getirildi. Bugün cafe bar olarak kullanılan alan tam bir keyif mekanı oldu desem abartmış olmam.

 

Esas zorlu çalışma binanın üst katında bugün restoran olarak hizmet veren alanda gerçekleşti. Üst kat aslında saman deposuydu ve sanırım en az yirmi yıldır kimse içeri girmemişti. Fakat o halde bile mekanın mimari zenginliği göz dolduruyordu. Tümü azman kesitli çatı makasları heykel gibi ayakta duruyordu. Ambiansa uygun olarak buraya heybetli bir şömine yapmaya karar verdim. Şömine yapının bütünüyle de uyum içinde olmalıydı. Aynı tarihlerde üretilmiş harman tuğla temin ettirdim. Sonuçta gerçekten çok keyifli bir şömine ortaya çıktı. Bir yandan da binanın tüm doğrama, kapı ve panjurlarını elden geçirdik. Restoran bölümünde tümüyle görülebilen durumdaki tüm çatı makaslarını temizleyip çürüyen kısımları yeniledik. Orijinal mekanizmaların çürüyenlerini aynen yaptırdık. Özel aşı boya kullanarak tüm ahşap bölümleri boyadık.

 

Kısa süre içinde bina tüm ihtişamıyla pırıl pırıl parlamaya başladı. Bugün insanların, benim bin bir güçlükle yeniden restore edip nefes alır hale getirdiğim bu yapıda keyifle zaman geçirmeleri bana tarifi imkansız bir haz veriyor.

 

Pek çok defa restorasyon adı altında geçmişin izlerini tümüyle ortadan kaldıran kimlik ve kişilik yoksunu işler görüyorum çevremde. Ben ise her zaman geçmiş yaşama dair izleri bir şekilde korumanın yollarını aramışımdır yaptığım tüm restorasyon uygulamalarımda. Bu izler, bazen renkler, bazen taş ustasının duvardaki imzası, marangozun mührü hatta bazen geçmişe ait kokular olarak bile karşıma çıkıyor. Bunları yoketmek yerine bugüne taşımayı seçtim her zaman. Belki esas uzmanlık bu  noktada başlıyor.

 

Fırsatını bulursanız mutlaka görün derim. İşte o zaman yazarak anlatmaya çalıştığım izlerin çok daha iyi anlaşılabileceğine inanıyorum.